A PHP Error was encountered

Severity: Notice

Message: Only variable references should be returned by reference

Filename: core/Common.php

Line Number: 257

Drama Üçgeni Kurban Kim - Pakua Psikoloji
Menu
Sizi Anlıyoruz...

Drama Üçgeni Kurban Kim?

"Tümüyle bir sahnedir yaşam;
Erkeklerle kadınlarsa, hepsi birer oyuncu;
Biri çıkar, öteki girer ve her biri,
Kendine düşen sürede pek çok rol oynar;
İnsanın yedi dönemi, yedi perde eder."
Shakespeare

Olumsuz çocukluk yaşantıları, sağlıksız aile ilişkiler ve bir takım sorgulanmayan toplumsal öğretilerin de etkisiyle hayatımızda sıkıştığımız kısır döngüler oluşabilir. Çözülemeyen bu problemler tekrar tekrar yaşam sahnemizde karşımıza çıkar. Fark edilip önlem alınmazsa yaşam boyu devam eden, aile dışı sosyal ilişkilerimize de sirayet eden ve bu üçgen içindeki tüm fertleri yavaş yavaş tüketen acı verici bir oyuna dönüşür: DRAMA ÜÇGENİ başka bir ifadeyle KURBAN KİM?

Drama Üçgeni Nedir?

Drama üçgeniDrama üçgeni 1968 yılında Transaksiyonel Analist Stephen Karpman tarafından masal karakterlerinden esinlenilerek oluşturulan, her köşesinde farklı özelliklerde birbirini tamamlayan farklı rollerin yer aldığı bir sahnedir. Kurban, kurtarıcı ve zalim olmak üzere temelde üç rol seçeneği sunan bu sahnede kişilerin içinde bulunmak zorunda kaldığı bu roller onları mutsuz eder ve kendi hayatlarının sorumluluğunu almalarını engeller. Ortaya çıkışında esin kaynağı olan masallara baktığımızda bu rolleri rahatlıkla görebiliriz. Örneğin; Sindirella(külkedisi) masalını ele aldığımızda; masalda külkedisi kurban pozisyonundadır, üvey anne ve üvey kardeşler zalim pozisyonunu alırken, yakışıklı prens kurtarıcı rolündedir.  Ya da bu örüntüyü Türk filmlerinde yakalamak da oldukça kolaydır. Kurtarıcı pozisyonunda esas oğlan karakterleri, kurban pozisyonunda esas kız karakterleri ve bu örüntüyü tamamlayan kötü kalpli zalim kişiler. Eminim gözünüzün önüne çeşitli film ve karakterler gelmiştir bile. Erol TAŞ’ın birçok film de olduğu gibi zalim rolünü oynadığı filmlerin ardından gerçek hayatta gördüğü kötü muamele nedeniyle sokağa çıkamaması, toplumsal olarak kurban pozisyonuyla ne derece özdeşim kurduğumuzu da gösterir niteliktedir. Onlarca filmi düşündüğümüzde bu topraklarda arabesk kültürün bu derece karşılık bulmasına şaşırmamak gerekir aslında.

Çoğunlukla seçtiğimiz temel bir rol olsa da aynı ya da farklı sosyal ilişkilerde zaman içerisinde roller arasında geçişler yapabiliriz. Kişiler ve roller değişse de roller arası döngü sabit kalmaktadır.

Peki, bu oyun nasıl başlayabilir ve bu rollerin karakteristik özellikleri nelerdir?

Drama üçgeni farklı sosyal yapılarda başlayabilmekle birlikte, sıklıkla ilk başlangıç ortamı ailedir. İnsanoğlu yaratılışında kurban olmak üzere programlanmamıştır. Özellikle hayatın ilk yılında bakım veren kişiye bağımlı olan bebek, psikomotor gelişimiyle birlikte 1 yaş civarında yürümeye başlar. Bu hamleler, yatay bağımlı varoluştan, dikey hareketli ve özerk varoluşa geçişin de ilk adımıdır. Bakım veren kimse bebeğin bu özerk çabasını desteklemez ve  ‘koruma kisvesi altında’ bebeğin kendi başına yapabileceği faaliyetleri yapmasına izin vermez. Anne, bebeği adına bazı davranışları yapmaya başlarsa,  gelişen bebeğin özerkliği de sekteye uğrayabilir. Onun iyiliği adına atılan bu adımlar, çocukta kendine güvensiz ve zayıf bir yapının da temellerini atabilir. Alman atasözünde de belirtildiği gibi: Cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşelidir.   

Ailede başlayabilecek bu üçgeni hayali bir anne- baba-çocuk üzerinden açıklamaya çalışalım:

Annesinin aşırı korumacı tutumu nedeniyle kendini kurban gibi hisseden bir erkek çocuğu düşünelim. Birçok davranışı kendi başına yapabileceği konusunda şüphe duyan çocuk, ona üzülen annesini kurtarıcısı ilan eder.  Çocuğunu korumaya çalışan anne, diğer çocukların ona kaba davranmasına ve çocuğunun hayatta riskler almasına izin vermez. Onun sorumluluklarını bir bir onun adına yapmaya başlar. Bu durum erkek çocuğunun içinde bulunduğu pozisyonu her geçen gün daha da pekiştirir. Aile içinde kurban olmayı öğrenen bu çocuk okul hayatıyla birlikte bu oyunu devam ettirebilmek için zalimleri de kendisine çekmeye başlar. Okuldaki zorba çocuklarca hırpalanarak, itilerek, mor gözlerle ağlayarak eve dönmesi çok zamanını da almaz. Onun motivasyonu annesi tarafından kurtarılmaktır. Kurtarıcısından gördüğü acıma duygusu, ne yazık ki kurbana göre sevgiden başka bir şey değildir. Daha sonra ailenin diğer üyesi olan baba, aile içinde üçgeni tamamlamak üzere devreye girebilir. Oğlunun şımarık, korkak bir hanım evladı olmasından korkan baba, oğluna nasıl erkek olunacağını öğretmenin zamanının geldiğini düşünür. Ancak zalim kişiler korkusunu kabul edemez ve korkusunu gizleyebilmek için rahatsızlığını öfkeyle ifade eder. Böylece oğluna sözel, fiziksel ya da duygusal istismarla zulmetmeye başlayabilir. Baba zulmettikçe anne daha fazla kurtarmaya çalışır ve her geçen gün çocuk yaşadığı acziyet ve kafa karışıklığı ile kurban pozisyonuna daha sıkı sarılmaya başlar. Daha sonra baba, anneye dönerek oğlunu bu hale getirmesinden sorumlu tutup zulmetmeye başlayabilir. Çocuğun, annesinin kurban pozisyonunda olması nedeniyle kendisine kurtarıcı rolünün verildiğini anlaması çok zamanını almaz ve annesini kurtarmaya çalışır. Çocuklar taklit ve pekiştirmeyle bu psikolojik oyunun kurallarını kolayca öğrenebilecek kadar zekidir.

Ailesinde kurtarıcısı ve zalimleri tarafından düzenli antrenmanlara tabi tutulan kurban çocuk, büyüdüğünde kurban edildiği, üzüldüğü, eleştirildiği, taciz edildiği, alay edildiği, dışlandığı ve boyun eğdirildiği yeni yeni durumlar yaratmayı öğrenir. Kısacası, aile içinde çok iyi öğrendiği bu becerisini ortaya koyabileceği sahnelere ihtiyaç duyar. Adeta mıknatıs gibi kilometrelerce öteden bu kişileri hayatına çekebilir. Kurban, iletişime geçtiği kişilerde sevgi zannettiği acımayı ortaya çıkarmada o kadar uzmanlaşmıştır ki, otobüste, okulda, alışverişte kısacası her ortamda bu sahneyi yeniden canlandırır. Sonunda dışlanma, zamanla aşina olunan bir yaşam tarzı haline gelir. Tabi bu derece dışlandıkları için kurban yoğun şekilde diğer kişileri suçlar. En kötü kâbuslarında bile aslında bu dışlanmayı kendilerinin kışkırttıklarına dair sahneler göremezler maalesef.

Kurban kendi yaşam yolunda sorumluluk alıp yürüyerek ilerlemek yerine, gördüğü ilk durakta kurtarıcısını beklemeye başlar. Ancak gözden kaçırdığı nokta, o duraktan kurtarıcılar kadar zalimlerin de yolcu aldığıdır.  

Peki, bir insan niçin kurtarıcı olur?

Kurtarıcı aslında çocukluğunda kurbandır. Ancak çocukken kendisine ait olmayan ağır sorumlulukların verilmesi durumunda bu rolü erken yaşta öğrenmeye başlayabilir. Yeni doğan kardeşin sorumluluğu, anne-babasının sorunlu evliliğini devam ettirmelerini sağlama sorumluluğu, aileye ekonomik olarak yardım etme sorumluluğu bunların bazılarıdır. Zamanla kendi sorunlarını ikinci plana atarak başkalarının sorunlarına odaklanmayı öğrenir. Kendi sorunlarını çözmekteki çaresizliğini, başkalarının sorunlarını çözerek güçlü hissetmeye dönüştürür. Zamanının büyük çoğunluğunu omuzlarının kaldırabileceğinden fazla yükün altına girerek geçirir. Birileri için üzülüp, onlar için bir şeyler yapmaya hazırdır. Tabi bu sayede kendi sorunlarına odaklanacak enerjisi de kalmamaktadır. Zaman içinde gönüllü olduğu işler ona yük olmaya, yaptığı iyilikler, görevi olarak algılanmaya başlar. Yükleri arttıkça kurtarıcının kalbinde öfke ve gücenmişlik yeşermeye başlar ve kurtarıcı kurbana dönüşür. Kurtarmaya çalıştığı kişileri de zalim haline getirir tabi.

KurtarıcıKurtarıcı yardım ediyor görünen kişidir aslında. Çünkü onlar bağımlılık yaratarak insanları kontrol etmektedir. Kurtarmaktan vazgeçmek, kendine bağımlı kişiler yaratmaktan vazgeçmek demektir. Kurtarıcı, ihtiyaç duyulmaya ihtiyaç duyar. Balık verir, balık tutmayı öğretmeden. Diğerkâmlık olarak görülen bu kurtarıcı tutumlar, aslında kişileri kendimize bağımlı kılan her iki tarafa da zarar veren bir tutumdu. Bunu bir metaforla özetlemek gerekirse; kurban bir çukurun dibinde yer almakta, kurtarıcı ise çukurun başında durmaktadır. Yanı başında duran ipi ya da merdiveni uzatarak kurbanı kurtarmak yerine, ona yemek vermektedir. Yapmış olduğu bu yardımların onu bulunduğu çukura sabitleyeceğini düşünemeyebilir.  Zalim ise kurban pozisyonundaki kişiye zulmetmekten geri durmaz, kendi tarzında kurbanın bulunduğu yerin iyi olmadığını ve oradan çıkması gerektiğini acı şekilde öğretmeye çalışıyor olabilir.

Eğer ebeveynler diğer insanlarla olan ilişkilerinde kendi ihtiyaçlarını ikinci plana atıp hep başkalarının ihtiyaçlarını karşılama yoluna giderse çocuklarına farkında olmadan ‘yaşamında kendi istek ve ihtiyaçlarını değil, başkalarının istek ve ihtiyaçlarını önemse’ mesajını da vermiş olur.

Ebeveynlerinin yoğun koruyucu tutumuyla kendini kurban olarak algılayan çocuk, yaşadığı her zorlukta kendisini muhtaç hissettiği kurtarıcısına öfke duymaya başlar.  Kendisini bu derece savunmasız, kendine bağımlı ve adeta fanusta yetiştirdiği için yaşadığı zorlukların sebebini onlar olarak görebilir. Böylece kurban çocuk zalim rolüne, kurtarıcı ebeveyn de kurban rolüne giriverir. Kurtarıcı ebeveyn bu durumun gerekçesini anlamakta zorlanır ve bunu hak edecek bir şey yapmadığını düşünür. Özetle ‘besle kargayı oysun gözünü’ atasözü vücut bulmaya başlar aile içinde.  Ebeveyn ile çocuğu arasındaki ilişki her ne kadar aynı şekilde başlamasa da zamanla borçlu ile tefeci arasındaki ilişkiye dönebilir. Zor günlerinde yanında olduğunu hissettiği kişinin aslında kendisine bağımlı hale getirdiğini fark etmesi yoğun bir öfkeyi tetikleyebilir kurbanda. Siz hiç borçlu olduğu tefeci ya da bankayı seven bir kişi ya da IMF’yi seven gelişmemiş bir ülke gördünüz mü? Bu yeni sahnede de diğer ebeveyne, kurban ebeveyni zalim çocuktan kurtarma rolü düşer. Ona çok yüklendiğini, o ne yaptıysa onun iyiliği için yaptığını ve belki hasta olmasını mazeret göstererek, zalime öfkesini acıma duygusuna dönüştürmesi öğretilmeye çalışılır. Görüldüğü üzere döngü zaman içerisinde bambaşka bir hal almıştır ve eğer fark edilmezse farklı formlarda yaşamını sürdürecektir.

KurbanÖzetle Kurban kişi, kendini aciz, çaresiz, zavallı hisseden roldür. Kendisinin gerçek anlamda sevgiye layık olmadığını düşünen kurban, yaşadığı problemlerden dolayı hayatındaki diğer kişileri suçlar. Kendisini ve başkalarını manipüle etmekte oldukça başarılı olan kurban, diğerlerine suçluluk hissettirerek kendisine yönelebilecek öfkeyi, acıma duygusuna çevirmekte uzmanlaşmıştır. Kendi sorumluluklarını alma konusunda aynı beceriyi gösteremeyen kurban, pozisyonu nedeniyle elde ettiği ikincil kazançlardan da vazgeçememekte ve her geçen gün pozisyonunu biraz daha kanıksamaktadır. Kurban pozisyonundaki en temel ikincil kazancı sorumluluklarını başkalarının yapmasıdır. Yine bir metaforla özetlemek gerekirse; kurban okyanusta teknesi su alan kişi gibidir. Deliği kapatarak sorundan kurtulmak aklına gelmediği için tüm gücüyle suları avuç avuç boşaltmaya çalışır. Ne kadar şanssız olduğundan yakınır ve çok çaba harcar bu sorundan kurtulmak için. Ancak maalesef ki gösterdiği çabanın işlevsiz olduğunu göremez. 

Peki, kurtarıcılık ile gerçekten yardım etmek arasındaki fark nedir?

Bir kişi çabaladığı ancak yapamadığı bir konuda yardım talep ederse, yapılacak yardım kurtarıcılık olarak kabul edilemez. Fakat üşenme, kolaya kaçma, rahata alışma gibi gerekçelerle yardım talep ederse bu yardım, kurtarıcılık olacaktır. Yani kurtarıcılık ile gerçekten yardım etmek arasındaki fark, sorumluluğu kimin üstlendiğinde yatar.

Zalim ise, aciz, çaresiz ve kontrolsüz duygularından ötürü sert çıkışlar yapan bir kurban türüdür. Zalim hissettiği korkuyu gösteremeyip onu öfke ile ifade ederek kendi problemleri için herkesi ve her şeyi suçlar. O kendi sorumluluklarını almaktansa etrafındaki herkese sorumluluklarını dağıtır. Zalim kendi çocukluğunda büyük kardeşleri ya da ebeveynleri tarafından istismar edilen bir kurban olabilir. Aslında O, engellenme ve öfkesini kendinden zayıf kişilere yönlendirmenin tekniklerini öğrenmiştir. Bazı durumlarda da zayıf gördükleri yönlerini, kendini daha güçlü hissettikleri ‘disiplinli olma’ kisvesi altında gizlemektedirler. Çünkü zalim kişiler zayıf ve aciz hissetmeye dayanamazlar.

Bu yazıdaki amaç bizi kurban, kendilerini de kurtarıcı ve zalim pozisyonlarına yerleştiren ebeveynlerimizi ya da diğer kişileri hedef tahtasına koyarak suçlamak değildir. Zaten bu durum bizi zalim, onları da kurban yaparak döngüyü devam ettirmekten öteye gidemez. Amaç kendi bulunduğumuz rolün dışına çıkarak, yaşamımızın kontrolünü almaktır.  Ebeveynlerimizin de kendileri gibi bize de ne yaptıklarının farkında olmadan kendi aile sisteminde öğrendiklerini yerine getirmekten başka bir şey yapmadıklarını unutmamamız gerekmektedir.

Bu döngüdeki değişimi, kurbanın yaşamındaki sorumluluklarını almak için çaba göstermesi, kurtarıcının sadece başkalarının değil kendi ihtiyaçlarının sorumluluğunu alması ve sağlıklı sınır koymayı öğrenmesi ya da zalimin zayıf yönleri ve zayıf gördüğü duyguları kabul edebilmesi ve davranışlarının etrafındaki insanlara verdiği zararı fark edebilmesi mümkün kılmaktadır.

Değişim, çaresizlikten iddialı olmaya, kendine acımaktan kendine güvenmeye, başkalarını sorumlu tutmaktan kişisel sorumluluğu üstlenmeye, kendine ve başkalarına öfke ve suçluluk hissetmekten kendini ve başkalarını suçlamayı bırakmaya son olarak da dışsal onay aramaktan içsel onay aramaya dönüşmeye başladığında gerçekleşir.

Kurban kendisine sunulan ayrıcalıkları reddedebildiği sürece bu pozisyondan kurtulabilir. Yaşamında ‘Teşekkürler ancak, __________ olduğum için bana acımanızı ve yardım etmenizi istemiyorum. Bunun üstesinden gelebilirim.’ diyebilmelidir her daim. Bu cümledeki boşluğa istediğiniz tanımlamayı getirebilirsiniz; çocuk, öğrenci, kadın, erkek, fakir, tanıdık, öksüz, yetim, yaşlı, hasta, hemşehri, boşanmış, işsiz vb. Bu ayrıcalıklardan vazgeçemediğimiz sürece kurban pozisyonundan kurtulma çabamız samimi olmayacak ve döngü devam edecektir. Biz kurbanlıktan vazgeçince kurtarıcı ve zalimler de bizden vazgeçer. Şansları varsa bu sahneden inerek yaşam döngülerini değiştirebilirler, aksi halde yeni kurbanlar bulmanın arayışına gireceklerdir.

Tüm bu bilgiler ışığında, bu üçgeni alın duygusal ilişkilerinize yerleştirin, sonra arkadaş ilişkilerinize, ailenize, iş hayatınıza hatta siyasete ya da uluslararası ilişkilere yerleştirin. Sonra bir adım geri çekilip herkesin kendi payına düşen rolü nasıl da oynadığını ve kendi hayatlarının sorumluluğunu nasıl başkalarına bıraktıklarını hayretle izleyin.

Ancak bu yazının ardından mümkünse ‘ben mahvolmuşum, nasıl değiştireceğim hayatımdaki bu döngüyü’ diye düşünüp kurban rolüne, ‘beni boş ver de bunu sevdiklerimle paylaşmalı ve onları bilinçlendirmeliyim’ diye düşünüp kurtarıcı rolüne ya da ‘bu da neydi şimdi? Ne alakası var? Saçmalamış bu adam da’ diye düşünüp zalim rolüne girmemeye gayret edin :)

Önerilen kaynak: Diane Zimberoff –Breaking Free From The Victim Trap

Resimler: azizacar_(@)hotmail.com

Loading